Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor.Kimi Urfalı,kimi
Bosnalı,kimi Azerbaycanli,kimi Adıyamanlı ,kimi Gürünlü,kimi Halepli,çok sayıda yaralı getiriliyor.
Bunlardan biri Lapseki'nin Beybaş Köyünden bir erdir ve yarası oldukça ağırdır.
Zor nefes alıp vermektedir.Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır.Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
"Ölme ihtimalim çok fazla.Ben bir pusula yazdım.Arkadaşıma ulaştırın."Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:"Ben,ben
köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşımdan 1 Mecidiye borç aldıydım.
Kendisini göremedim.Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin"
"Sen merak etme evladım"der Komutanı,kanıyla kırmızıya boyanmış alnını
eliyle okşar.Az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözüde
"söyleyin hakkını helal etsin" olur.
Aradan fazla zaman geçmez.Oraya sürekli yaralılar getiriliyor.
Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor.
İşte yine bir künye ve yine bir pusula.Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar,hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır.Ellerini yüzüne kapatır,ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz.
PUSULADAKİ NOT ŞÖYLEDİR;
"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecidiye borç verdiydim. Kendisi beni göremedi.Biraz sonra taarruza kalkacağız.Belki ben dönemem.
Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim."
07-)KEMALYERİ ADI NASIL VERİLDİ:
Savaş alanındaki"Kemalyeri"ni herkes duymuştur.Bu yerin bu ismi nasıl aldığını merak ediyor musunuz?İhsan Ilgar'ın"Çanakkale 1915"isimli kitabında olay
Kurmay Albay Fahrettin Altay'ın ağzından şöyle anlatılıyor:
1915 yılı 25 Nisanında Gelibolu'daki Üçüncü Kolordu Kurmaybaşkanı olarak bulunuyordum.
Kolordu Kumandanımız Esat Paşa idi.Sabah erken saatlerde kapım vuruldu.
Kumandanın sesiydi bu:Başkan, kalkınız düşman çıkarma yapmağa başladı,Mustafa Kemal Bey telefonla bildiriyor,diyordu.Yataktan nasıl sıçradım,nasıl giyindim bilmiyorum.
Telefon başında kumandanla buluşup bütün karargâh vazife başına gelmiş bulunuyordu.Gerekli emirleri verdikten sonra Eceabat bölgesine gitmeye hazırlandık.
Kumandan bir aralık,
Ordu Kumandanı Liman Paşayı görmeğe gitti.Dönüşünde biz de bir küçük vapura dolarak hareket ettik.Yarı yolda karşılaştığımız
Barbaros zırhlısı işaretle bizi yanına çağırdı.Yanaşarak Süvari kulesine çıktık.Süvari bize:
Az evvel bir düşman denizaltısıyla karşılaştık,çok dikkatli gidiniz,dedi. Demek düşman denizaltıları Boğazı da geçebilirmiş?.Ayrılarak yolumuza devam ettik.
Bir saatlik tehlikeli bir yolculuktan sonra Maydos yakınlarında Kilye iskelesine çıktık.
Gelibolu yarımadasının batısında yükselmiş bir düşman balonu görünüyordu.Düşman gözetleme balonlarıyla bizim herşeyimizi,her yerimizi görüyor,böylece
donanmasının ateşini düzenlemek imkânını buluyordu.Top ateşleri çok şiddetliydi.Kilye iskelesinden Maltepe'ye çıkarak karargâhımızı kurduk.
Savaş olanca şiddetiyle devam ediyordu.Yarımadanın batısı Arıburnu ve Seddülbahir kıyıları iki yüzden fazla İngiliz ve Fransız gemileriyle kaplanmış bir haldeydi.
Arıburnu ve Seddülbahir'le telefon irtibatı kurmuştuk.Düşman karaya çıkmağa muvaffak olmuş,lâkin ilerlemesine meydan verilmiyor,
ilk sokulmağa çalışanları geriye püskürtmeyi başarabiliyorduk. Yedek kuvvetler yetişince denize döküleceği kanısındaydık.
Yakınlarımızda 19 ncu tümenin yaralıları toplanmağa başlıyordu. Evvelâ yüzleri,sonra binleri bulan bu gaziler mütemadiyen geliyor, gelenler gittikçe artarak
insana bu tabloyu seyretmek ayrı bir hüzün veriyordu.Arasıra ingilizlerin meşhur zırhlısı 38,5 mm.lik top mermilerini bulunduğumuz tepelere kadar savuruyor,
Seddülbahir tarafından haberler daha üzücü,daha ezici oluyordu.Bir aralık 19 ncu tümenin bulunduğu yere gitmek,kumandan Mustafa Kemal beyle görüşmek
ve onlara ne gibi yardımlarda bulunabileceğimizi öğrenmek için Kolordu kumandanından izin aldım. Yanımda bir subay vardı.Nerede olduklarını bilmiyordum.
Yanlız,düşmanın yanıbaşında ve şiddetli ateş altında bir sel yarıntısı içindeki çalılıklar arasında bulunduklarını bildirmiştiler.Arazi çok fundalıktı.
Hiçbir yol,hiçbir iz de yoktu.Nihayet ilk hattın arkasında bir dereye sokulduk.Atlardan indik.Sırta çıkar çıkmaz şiddetli bir makineli tüfek ateşine tutulduk.
Pek ileri sokulduğumuzu anlıyarak, hemen geriye sıyrıldık ve biraz daha sağa saptık,bir erin yardımıyla karargâhı bulmuştuk.Oraya kadar eğile eğile girdik.
Fundalıklar arasında,düşmandan bin metre kadar uzakta iki metre kadar yükseklikte bir sarı toprak yığıntisı içinde bir telefon ve bir ayaklı dürbün.
Dürbünün başında seferi kıyafetiyle Mustafa Kemal bey,telefon başında da onun kurmayı İzzettin bey, yanında da bir kaç zabit ve er vardı.
Kumandan Mustafa Kemal bey beni görür görmez sarılarak öptüler:
Aman,çok iyi zamanda geldiniz!. dürbünle bakınız,bizim kahramanlar düşmana nasıl atılıyorlar görünüz, dedi.Ben o anda gördüğüm manzarayı anlatamam.Kendilerine:
Karargâhınız hep burada mı kalacaktır?diye sordum.
Evet.Şimdilik öyle.cevabını verdiler. Burasının adı nedir?dedim.
Sel yarıntısının adımı olur,cevabını verdiler.Gülüştük.Derhal beynimde bir şimşek çaktı,gazalarını tebrik ettim,ayrıldım.
Karargâhımıza geldiğim zaman 19 ncu tümene yazılacak bir emir müsveddesi getirdiler,baş tarafına şöyle yazdım:"Kemalyeri'nde 19 ncu tümen kumandanlığına
"Kumandan Esat Paşa bunu görünce gülümsedi:
Güzel bir isim buldunuz Fahrettin bey,dedi.Kâğıdın cevabı derhal geldi.İmza yeri şöyle yazılmıştı:
"Kemalyeri'nde 19 ncu tümen kumandanı Mustafa Kemal".
Yer kemalini bulmuştu,benim koyduğum isim bu kahraman tümen kumandanı tarafından kabul edilmişti.Bu olaydan nice yıllar sonra o,
Çanakkale'de vatanı kurtardığı gibi asıl Kurtuluş Savaşının sonunda da yepyeni bir Türkiye kuracak ve ben hem Kurtuluş Savaşında ve hem de onun hayatı boyunca ve
Ordu Kumandanlığında hizmet görecektim.
08-)SARGIYERİ FACİASI:
Sargıyeri şehitliği,Alçıtepe Köyü’nün yaklaşık 1 kilometre batısında yer almaktadır.Burası Zığındere Vadisi’nin kuzey ucunda,korunmalı yapısı itibariyle gözden uzak duruşu nedeniyle savaş sırasında,çarpışmalarda yaralanan ve hastalanan askerlerin tedavi edildiği bir yer olarak kullanılmış ve açık hava hastahanesi haline getirilmiştir.Bu hastanede Türk yaralıların yanı sıra İngiliz ve Anzak yaralılar ile Fransız yaralılar da tedavi edilmeye başlanılmıştır.28 Haziran 1915 tarihinde bir İngiliz savaş gemisinden açılan ateşle hastahane yerle bir edilmiş,bu bombardıman sonucu hastanede yaralı yatanlar ile çalışan personelden büyük bir kısmı Türk olmak üzere şehit olmuş ayrıca bu bombardımanda İngiliz Anzak ve Fransız yaralılarla birlikte toplam 16.000 civarında kişi hayatını kaybetmiştir.
Bu bölgenin korunması,normalde
Albay Halil Sami Bey’in komutasındaki 9 ncuTümen'e verilmişti.Fakat,bu ani saldırıda, onlar da birşey yapamadılar.Ölenler arasında,Halil Sami Bey’de vardı.Netice itibariyle kendi askerlerinin de bulunduğu ve şefkat ve merhametle tedavi edildiklerini bildikleri halde sadece Türklere olan kinleri sebebiyle onlarıda hiçe sayıp bu aciz insanlara bomba yağdıran o zamanın zihniyetine yazıklar olsun.
09-)19.MAYIS.1915 FACİASI:
Kırmızı sırt boyunca yer alan Anzak hattı 1915 Mayıs’ının ilk haftasında yerine oturmuştu.Çıkarma Muharebesi her iki tarafı da kısa bir süre bitkin düşürmüştü.Bununla beraber Çıkarma Muharebesi başarısızlıkla sonuçlanmış,ne Anzak birlikleri ne de Seddülbahir’deki Britanya ve Fransız birlikleri Gelibolu Yarımadası’nın güney kısmını ele geçirememişlerdi.Bu,işgalin esas amacı,Çanakkale Boğazı’ndan içeriye girip,burayı savunan tabyaları susturmak.Sonra,teoride Kraliyet Donanması İstanbul’a ulaşınca Türkiye’yi dehşete düşürüp savaş dışı bırakacaktı.Anzaklar mevzilerini sağlamlaştırmaya çalışırlarken,Türk komutanları onları sırttan atıp denize dökmeyi planlıyorlardı.Anzaklar,düşmanları Kırmızısırt’ın karşısında bulunan Monash Vadisi’nin dik bayırlarının yanındaki mevzilere zar zor tutunduklarından,İkinci Sırt boyunca bulunan mevzilerinin bir hücum karşısında en zayıf yer olduğunu düşünüyorlardı.Güçlü bir piyade hücumu onları vadinin dibine gerisin geri gönderebilirdi ve Türkler sırtın tamamını ele geçirdiğinde yarımadanın tahliyesi kaçınılmaz olacaktı.Bu yüzden 18 Mayıs günü yaklaşık 42.000 Türk askeri doğudaki vadilere doluştu. Fakat,İmroz Adası’ndan gelip, Kraliyet Donanması savaş gemileri için keşif görevi yapan Kraliyet Donanması Hava Kuvvetleri uçakları onları gördüler.19 Mayıs günü saat 03.00’da,yani tan vaktinden epeyce önce Anzak siperleri tamamen askerle dolu bir halde tüm hat boyunca hazır olarak Türk hücumunu bekliyordu.Saat 03.00’dan kısa bir süre sonra,Türk askerlerinin süngülerinin parıltıları şu anda Kırmızısırt’ta ayakta durduğunuz yer ile,kuzeydeki bir sonraki sırt olan Merkez Tepe arasında,bulutsuz gecede ilerlerken görülmüştü.Avustralyalılar ateş etmeye başladılar ve sabahın ilerleyen saatlerinde Anzak hattı boyunca özellikle burada,yani Kanlısırt Platosu’ndaki Merkez Tepe’ye ve Bombasırtı’na çıkan sırttan hücum eden Türk dalgalarına 948.000 tüfek ve makinalı tüfek mermisi yağdırdılar. Bir Avustralyalı bu olayı,düşmanı sürüler halinde vurdukları ‘kanguru avına’ benzetirken, bir diğeri ise nasıl siperlerin neredeyse üzerinde ayakta durup,tüfek namluları elle tutulamayacak kadar ısınana kadar ‘olabildiğince çabuk ateş ettiklerini’ anlatır.Avustralyalı savaş muhabiri
Charles Bean’in sözleri,19 Mayıs 1915 sabahının ilerleyen vakitlerinde bu bölgedeki manzarayı çok iyi bir şekilde anlatır:
"Her tarafta yüzlerce ölü ve yaralı yatıyor.Anzak hattına en yakın mesafede olanlar,kısa mesafeden sıkılan modern mermilerin açtığı korkunç yaralarla paramparça olmuşlar.O korkunç yerden hiç bir ses gelmiyordu;fakat orada burada yatan bazı yaralılar ve ölmek üzere olanlar,hiç bir yardım gelmeden veya yardım gelmesinden umutsuz bir şekilde bulutsuz gökyüzünde parlayan güneşin altında yatıp,bir yandan diğerine dönüyorlar veya yavaşça ellerini göğe doğru kaldırıyorlardı."
Türk tarafından yaklaşık 3.000 asker öldü ve 7.000 asker yaralandı.Buna karşılık Anzaklar 160 ölü ve 468 yaralı verdi.Anzaklar Türklere karşı ilerleme kaydedemezken,bu hücumun başarısız olması ayrıca Anzak hattının tüfek ve makinalı tüfeklerle yapılacak bir piyade hücumuyla da alınamayacağını gösterdi.Anzak askerleri,19 Mayıs’tan sonra Türklerin kendileri gibi cefa çeken kişiler olarak görmeye başladılar ve onların cesaretlerine ve başarılarına karşı saygıları arttı.
Hücumdan bir iki gün sonra hava, çürüyen cesetlerin ağır kokusuyla doluydu.İki tarafın da ölülerini gömmeleri için 24 Mayıs günü saat 07.00 ile 16.30 arasında ateşkes yapıldı.Ateşkesin gerçekleşmesine ön ayak olan
Britanyalı Yüzbaşı Aubrey Herbert anlatıyor;Avustralya ve Yeni Zelanda Tümeni kadrosundaydım.
24 Mayıs sabahı, Türk subaylarıyla buluşup,onlara sahilden Kanlısırt Platosu’na çıkan sırta kadar eşlik ettim.O,siperlerle yarıntılar arasındaki manzarayı‘tarif edilemez’ bir halde buldum.Koku o kadar dayanılmazdı ki,bir Türk Kızılay’ı görevlisi bana, burnuma tutmam için kokulu antiseptik bir pamuk verdi.Bu koku ‘sık sık tazelendi’.Bir Türk subayı bana şunları söyledi;
Bu manzara karşısında en nazik kişi kendini vahşi hissetmeli ve en vahşi kişi de ağlamalı.
Sırta çıkmaya devam ettim,Anzak mermilerinin etkisini gözlerimle gördüm,
Türk ölüleri büyük çukurlara dolduruyorlar.İnsan makinalı tüfek ateşinin sonucunu açıkça görüyor; bölüklerin tamamı mahvolmuş, yaralı değil,ölüler;ileri fırlamalarının şiddetiyle başları altlarında kalmış ve iki elleriyle süngülerini
tutuyorlar.
10-)ALİ CENAB TÜRKLER:
Ruşen Eşref (Ünaydın),
Karagah-ı Umumi Muhafız Piyade Bölüğü Kumandanı Mülazım-ı Evvel Ruhi ile gerçekleştirdiği mülakatında Mehmetçiğin ağzından şu hatırayı kaydeder:
Bizim mıntıka kumandanı Süvari Kaymakamı Mahmut Bey tayyarelere pek kızar efendim.Daima ateş ettirir onlara;katiyen üzerimize sokmaz onun zaten tabiatı böyledir.
Bir tayyare geldi miydi, haydi bütün bataryaya ateş ettirir.
Evet efendim;tayyare düştü.Hava hafif sisli olduğu için tabii gemiler bu sükutu(düşüşü) görmüyorlardı. Tayyareciler kendilerini denize attılar.
Kendi gemilerinin istikametine doğru yüzmeye başladılar.Bunu gören bataryamız düşmanın kendi gemilerine iltihak etmemesi için efendim,ateş etti ki tayyareciler geriye dönsünler.
O vakit gemilerde tayyarenin burada düştüğünü anladılar.Onlar da ateş açtılar.Tayyare tahrip edildi.O vakit de bizim hiç olmazsa bir esire fevkalade ihtiyacımız vardı.
Çünkü düşmanın o dakikadaki vaziyetini anlamak istiyorduk.Zira düşman Anafartalar'dan çektiği askeri Seddülbahir'e ihraç yapmak istiyor gibi göstertiyordu.
Yani açıkçası bunu blöf olarak yapıyordu.Ve gemiler de (eliyle işaret ederek)bakın işte böyle daima Seddülbahir etrafında bir kavis şeklinde duruyordu.
Mıntıka kumandamız Kaymakam Mahmut Bey bu tayyarecinin neye mal olursa olsun mutlaka kurtarılmasını istiyordu. Tayyareciler en nihayet bir buçuk kilometre
kadar sahile yakın geldiler.Tabii sahil mayın döşeli olduğundan kimse giremiyordu.
Düşmanın vaziyetini öğrenmeye şiddetle ihtiyaç vardı.Bu sırada bir düşman tayyaresi düşürülmüş ancak bizimkiler başka taraftan o tarafa hala ateş etmekte idiler.
Düşman tayyarecileri hem mayınlı hem de ateş altında ölüm kalım mücadelesi vermekte idiler.
Bu noktada teessüratımı söylüyorum:o iki adam bağırıyordu.Yani ölüyorlardı artık.Ve sahilden hala imdat umuyorlardı.Tabii bir kumandan emir verdiği vakit süngü
üzerine top üzerine gidip ölmek vazifemizdir.İşte o vakit mıntıka kumandanı Kaymakam Mahmut Bey " Kim girer?"diye bir sual sordu.Bu İngilizlere sırf acıdığım için
düşman olsalar da onları kurtarmak bana bir vazife-i vicdaniye oldu.Yüzmek de bilirim.
- Nerelisiniz efendim?
- Çanakkale'liyim.Bir an evvel girmek için telaşımdan fanilayı da çıkarmamışım.bir fanila bir iç donu kalmıştı.Daldım.O zaman arkadaşım Mülazım Kaşif'de :
"Ben de girerim "diye bendenize refakat etti.O çocuk aynı zamanda sınıf arkadaşımdır.Şimdi Rusya'da esir zavallı. Beraber girdik.Muttasıl düşman topları ateş ediyor.
Monitörler,karşımızdan eksilmiyor.Tayyareler tepemizde dönüyordu.
Fakat biz tabii pek alçağa düşüyorduk.Sular da biraz dalgalıydı.Ne bizimkilerin nede onların makas atışları bizi kıstıramıyordu. Gülleler hep ötemize berimize düşüyordu.
Bize hiç ziyan vermiyordu.
Maateessüf o tayyarecilerden birisi boğuldu.Çünkü bizde takat kalmamıştı.Ötekini kurtardık beyim.Mıntıka kumandanı Mahmut Bey kendisini aldı.Mıntıkasına götürdü.
Orada İngilizce mesaj yapıldı.Güzel baktılar sonra Beşinci Orduya teslim edildi.
Giderken İngiliz,mıntıka kumandanı Mahmut Bey 'e demiş ki:
"Türkleri şöyle cesurdurlar,böyle alicenaptırlar diye kitaplarda okurdum.Bu defada cephede gördüm. Fakat böyle şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim.
Bu derecesini bir İngiliz bile yapamaz."
11-)CANLI MAYIN:
Canlı Mayın İzmir'li Hafız
Türk ordusu Süveyş kenarında savaşıyordu. Kanalın doğu kıyıları kamilen alınmıştı,fakat kanalı geçmek için hiçbir aracımız yoktu.Düşman ise, gözleri keşif uçakları ve savaş gemileri ile gece gündüz kanalı kontrol ediyor,kuş uçurtmuyordu. Halbuki,bu kanaldan Avustralya,Uzak Şark ve Hindistan’dan getirilen askerler,Avrupa’ya ve bilhassa Çanakkale cephesine gönderiliyordu.
Tümen Komutanı bir gün arkadaşlarını topladı.
“Hepiniz düşününüz” dedi.“Bunların geçişine nasıl mani oluruz?Sonra düşündüğünüz çareyi bana söyleyiniz”.
Herkes düşündü ve şu çareye vardılar.Bu işi yapsa yapsa İzmirli Hafız yapar.Çünkü Hafız balık gibi yüzerdi ve üstelik gözüpek bir erdi. Düşmanın gözü önünde geceleri Süveyş’i yüzerek geçer,her defasında ya bir düşman nöbetçisinin tüfeğini veya düşmana ait birtakım silahları toplar getirirdi.Suyun altında çok uzun süre kalabiliyordu.
Hafız’ı buldular,Tabur Komutanının karşısına getirdiler,komutan sordu:
“Hafız, biz her gün gözümüzün önünden geçen şu düşman gemilerine bir şeyler yapmak istiyoruz.Senin beline bir mayın bağlasak, götürüp bu gemilerin önlerine koyabilir misin?”
Hafız sevindi,“Koyarım Binbaşım” dedi.Gerçi hafız bu işi yaparım demişti, ama herkes şüphe içindeydi.Düşman uçaklarının mekik dokuduğu bu bölgede,bu işin başarılacağına kimse ihtimal vermiyor, inanmıyordu.
Hafız iki üç gün asker yüklü bir geminin geçmesini bekledi. Nihayet,büyük bir gemi uzaktan görününce,o da mayını beline bağladı ve denize daldı.Hafız’ın su içinde yüzdüğünü kimse görmüyordu,çünkü o uzun süre su altında kalıyor,bir saniye nefes almak için başını çıkarıp tekrar dalıyordu.Vapurun etrafındaki muhafız torpidoları,suları yararak ilerliyordu.Bizim tarafta herkes gözünü kanala dikmiş,ne olacak diye beklerken,müthiş bir infilak oldu ve gemi parçalandı.Düşman askerleri denize döküldü. Torpidolar,dökülenleri toplamaya çalışırken,biraz sonra üstünden sular süzülerek hafız çıka geldi. Herkes sevinç içindeydi. Tümen komutanı onu alnından öptü.“Hafız” dedi,“Sen gerçekten bir deniz aleti imişsin…”.
Hafız’ın mükafatı, başarısının kendisine verdiği gururdu.